Freud | Freud, 1980’li yıllarda keşfedilen bir makalesinde, yaşananların genetik yapıyı etkilediğini ve bu etkinin kuşaklar boyu sürdüğünü söylüyor. Ama, bu makaleyi hiç yayımlamamış, hatta varlığını yadsımış. Darwin ve evrim teorisiyle tanışmamı lise birinci sınıf biyoloji dersine borçluyum. Kitabın ya ilk, ya da ikinci ana başlığı türlerin kökenine ve hayatın gelişimine dair Darwinci biyoloji teorisini anlatıyordu. Canlılığa bakış açılarından birisi ve en geçerlisi olarak sunulan Darwinci evrim teorisi üstüne kurulu olan biyoloji dersleri o yılların en zevkli “ders anıları” arasında yer alıyordu. |
Lamarck’ın fantezisi
Lise bir yazında Freud’un yazdıklarını okumaya başladım. Bol Darwin’li bir okul döneminin üstüne Totem ve Tabu’yu okumak tam olarak nasıl bir etki yarattı, hatırlamıyorum. Ama “Freud’le Darwin tanışmışlar mıdır acaba?” diye düşünüp taşınmıştık epeyce. Her ikisini de çok yakın bulmamdan ötürü mü, onu da bilemiyorum. Lamarck ile Freud’un tanışıp tanışmadığını ya da birinin diğerinin yazdıklarını okuyup, okumadığını ise hiç aklıma bile getirmedim. Tek bir nedenle... Lamarck’ın teorisi aktarılırken, öylesine gülünç ve temelsiz bir teori olduğu vurgulanmıştı ki, idollerime yakıştıramazdım onu... Sonradan, Lamarck’ın ondokuzuncu yüzyıl başları biyolojisi içinde, son derece özgün ve “ilerici” bir konumda olduğunu, türlerin gelişimi ve evrilmesi üstüne aykırı görüşler ortaya atıp pek tutunamadığı için yoksulluk içinde ölmüş olduğunu öğrendim. Çevresel koşulların oluşturduğu değişikliklerin genetik yapımıza da yansıyarak, kuşaktan kuşağa akıp gitmesi ise hoş bir fantezi olarak zihnimin bir köşesinde kıvrılıp kaldı.
Darwin | Yadsınan bir yazı 1914 ve 1915 yıllarında Freud yazma açısından üretken bir dönem geçirmişti. Bu üretkenliği savaş yıllarının hasta sayısını azaltmasına bağlayanlar var. Kimilerine göre, o sıralar yakın olduğu Dr. Wilhelm Fliess’in biyolojik ritimler hesabına göre, 1918’in şubat ayında öleceğini öğrendiğinden dolayı elini çabuk tutuyordu. Fliess hakkında fazla fikri olmayanlara “biraz acayip birisi” olduğunu ve kafasını ruhsal durum ile burun arasındaki ilişkiye takmışlığını fısıldayayım. Kulak-burun boğaz uzmanı olan Fliess’te Freud’un ne bulduğu, etkileşimlerinin olumlu ya da olumsuz sonuçlarının ne olduğu çok açık değil. Ama Freud’un bilimsel ve klinik yaşantılarının bir bölümünde Dr Fliess’in rol oynadığı kesin. |
Şu ya da bu nedenle, o yıllarda yazılan tam on iki makaleden beş tanesi, psikanalizin teorisi olan “metapsikoloji”nin köşe taşları olarak yorumlandılar. Aralarında “Yas ve Melankoli”nin bulunduğu bu beş makale dışındakiler ise sırra kadem basmışlardı. Freud’un kendisi de, bu yazıları hayatından çıkarmak istediğinden olsa gerek 1919’da yazdığı bir mektupta “kalan yazılar”ın varlığını yadsıyordu. Ancak, Anna Freud’un 1983’teki ölümünden sonra açılan evrak-ı metrükesinden çıkan bir kopya, kalan yedi makaleden birini ortaya koydu. Yazı, çalışma arkadaşlarından Sandor Ferenczi’ye eleştirilmek üzere gönderilmişti. Başlığı ise; nefesinizi tutun, "Filogenetik Bir Fantezi"!
Evrimin artıkları
Filogenez denince, aralarında genetik ortaklık bulunan bir grup canlının evrimi anlaşılmalı. Filogenez’in karşısına koyabileceğimiz diğer kavram olan ontogenez ise tek bir canlının tek bir hayat döneminde gelişim sürecini ifade ediyor. Freud’un filogeneze dair fantezisine aslında bir başlık koymamış olduğunu, sadece yazdığı mektuplarda makaleyi bu isimle andığını belirteyim.
Fantezinintemel düşüncesi, psikopatolojinin evrim sürecinin artıkları ya da ürünleri olabileceği şeklinde... Yani, insanlığın gelişimi içerisinde edindiği bazı uyum amaçlı özelliklerin, bugün bir semptom olarak ortaya çıktığını öne sürüyor Freud...
Buzul Çağına değin huzurlu ve mutlu bir yaşam sürdüren insanlar, buzlarla birlikte anksiyete ile tanışmışlar. Bu yeni durumun yol açtığı kaygı, gerginlik ve bunaltının nasıl bir şey olduğunu, (günümüze baktığınızda) yabancılardan ya da mevcut durumu değiştiren herhangi bir şeyden korkan çocuklarda; ortada pek öyle bir tehlike yokken büyük bir tehlike varmışçasına bunalan büyüklerde görmek mümkün.
Buzul çağı koşulları giderek ağırlaştığında, yiyecek sıkıntısı başlamış. Nüfus problemi yaşayan insanlar, çoğalmayı önlemek için “üreme amaçlı olmayan cinsellik” biçimleri geliştirmişler. Freud, bu “yerine koyma”yı histeri diye bilinen hastalığın temel mekanizması olarak açıklıyor. Histeri’de, bastırılan cinsel dürtüler, bir organın işlevsizleşmesi şeklinde ortaya çıkarlar, Freud’a göre. Buzlar çözülmemekte inat ettikçe, insanların yaşayış biçimleri de koşullara uygun örgütlenmeler doğurmuş. İnsan gruplarının başında bir “baba figürü” var ve bu “baba figürü” güçlü, kuralcı, yerini sağlam tutmak için güvenliğine çok önem veren birisi... Kadınların da “sahibi.” Dil ve diğer insana özgü “yüksek” işlevlerin geliştiği bu dönemden, kurallara ve ayrıntılara takılma (obsesif nevroz) günümüze evrim yoluyla “intikal etmiş.” | Lamarck |
O dönemlerde olup biten herşey, hayatta kalmak için geliştirilen bütün önlemler insanın genetik yapısına işlenir, iz bırakır. Binlerce yıl sonraya dek, genlerle aktarıla aktarıla gelen bu “önlemler”, başka bir çağda hastalık belirtisi olabilirler. Özetle Freud’un "filogenetik fantezisi" böyle...
Freud’un aradığı köprü
Bizim lise bir biyoloji kitabına dönersek, Freud’un düşünüş tarzının “Lamarck’çı” olduğunu görebiliriz. Çevresel nedenlerle genetik değişiklikler ortaya çıkması ve bu değişikliklerin kalıtım yoluyla kuşaktan kuşağa geçmesi günümüzün yerleşik biyolojik kavramlarına göre pek kabul edilebilir gibi değil. 1915’te Darwin’ci görüşün egemen olduğu göz önüne alınırsa, Freud’un nasıl olup da Lamarck’çılaştığını anlamak güç. Kaldı ki, tartışılan görüşler yayımlanmaktan vazgeçilmiş, hatta varlığı bile yadsınan bir yazıda yer alıyor.
Freud’un fantezisindekibir şey bana çekici geliyor: Yaşantı ve biyolojik yapı arasındaki ilişkiyi belirginleştirme sevdası. Psikanalizin, yaşantıların genetik yapıya kodlanışına bir açıklama getirmesi “olmayacak bir sevda” belki; ama Freud’un biyoloji ile psikoloji arasında zaten varolan ama bir türlü bulunamayan bir köprünün peşinde olduğunu göstermeye yetiyor. Belki de, hala, lise bir’in yazında, Freud ile Darwin’i buluşturmaya çalışan çocuk gibi düşünüyorum.
Yazı yazıldıktan onbir yıl sonra
1991’de henüz bir psikiyatri asistanıyken yazdığım ve o zaman Cumhuriyet Bilim Teknik’te yayımlanmış bu yazının üstünden 11 yıl geçti. Şimdi manzara şöyle: Yaşananlar genetik yapımız üzerine etkili oluyorlar. Oluşan genetik etkiler bir sonraki kuşağa ne kadar geçebiliyorlar, yani, Lamarck’ın görüşleri ne kadar yerinde, bu henüz kesin değil. Kesin olan: Genlerimiz, beynimizin ana çizgilerini belirlemekle kalmayıp, nasıl işlediğini belirlemekteler. Üstelik, bu belirlemeyi yaparken, yaşanan olaylara göre değişen etkiler gösterebiliyorlar. Freud’un öngördüğü, ama “resmileştirmekten kaçındığı” görüşlerinden birisi de, insanoğlunun tür olarak hayatının başlangıcında (buzul çağı ya da taşdevri) edindiği özelliklerin bu gün başına dert olabileceği konusuna başka bir yazıda değineceğim. Genler ile çevrenin etkileşimi hakkında 2000 yılının Tıp Nobel’ini kazanan Eric Kandel’ın anlattıklarını da o yazıda aktarmam gerekiyor.